“İNSANLAR İÇ BARIŞA KAVUŞTUKLARINDA DÜNYADA SAVAŞ LAR BİTER” – ANJELİKA AKBAR RÖPORTAJ – Kitabın Ortası Dergisi

"İNSANLAR İÇ BARIŞA KAVUŞTUKLARINDA DÜNYADA SAVAŞ LAR BİTER" - ANJELİKA AKBAR RÖPORTAJ - Kitabın Ortası Dergisi

İnsanlar İç Barışa Kavuştuklarında Dış Dünyadaki Savaşlar Biter

O, bine yakın bestenin, Doğu – Batı kucaklaşmasının en hisli bestekarı… Müzisyen ve filozof bir ailenin 2,5 yaşında piyano çalan ve nota bilen, 4 yaşında Mutlak Kulak yeteneği fark edilen kızıydı… Yılları, piyano ve ona hissettirdiği derin duygular ile maneviyat ve kültürel birlikteliklerin yoğurduğu eserleri ve eşsiz yorumları ile geçti.  Besteci ve piyano sanatçısı Anjelika Akbar’dan söz ediyoruz.

Sohbet ederken, gözlerinin derinliğinde, samimiyetini dinliyorsunuz. Tam bu sırada hissettirdiği şeyi kelimelere döküyor ve “piyano çalarken egomu bir kenara koyup, müziğin kendisi oluyorum” diyor. Piyanoyu gözlerini kapatarak, ruhunun derinliklerinde hissederek çalması da bundan…

b

atı müziğini Doğu enstrümanları ile, Bach’ı İbn-i Sina ile birleştirdiği sentez eserleri ile “çağın eksikliğinin: kucaklaşma ve duygular” olduğuna vurgu yapıyor. Akıl, nefs ve gönlün süzgecinde “insanı” tanımlıyor ve sanatı insanın hakikate yolculuğu olarak anlatıyor… Halen Yavuz Turgul’un Yol Ayrımı filminin müziklerini besteleyen Anjelika Akbar ile özel ve derin bir röportaj gerçekleştirdik…

İfade edemediğimiz için hastalandığımız konu: Duygular

Doğu – Batı sentezinde eserler vermeye ve konserler düzenlemeye sizi yönelten şey ne oldu?

Öncelikle o tür çalışmalarıma “sentez” demiyorum. O bir kucaklaşma. Beni buna yönlendiren ise tam da dünyada hissettiğim “kucaklaşma eksikliği”. Bach A L’Orientale albümümün (2003) kapağında şöyle yazdım: “Bu bir müzik deneyi değil. Çağın ihtiyacıdır. İnsanlar birbirileri ile kucaklaşmadan önce müzikleri kucaklaşsın istedim.” Ben gönlümde birlemeyi, ne kadar yaşamayı başarırsam, onun yankıları yaptığım müzikte ve projelerde o kadar yankı bulur…

Kültürlerin ortak noktası müziğinize nasıl yansıyor? Tüm kültürlerde insanlığın ortak noktası ve ortak sorunu nedir?

Müzik bizim hayatımızda düşündüğümüzden daha önemli bir rol oynuyor. Ve müzik insanların öncelikle duygu dünyasına etki ediyor. Bizim modern dünyada en çok sıkıntısını çektiğimiz, ifade edemediğimiz için hastalandığımız bir konu: duygular. Onun için müzik, dinleyicilerin kendi içine bakmalarını kolaylaştıran bir araç… Ve müzik insanlarına bu anlamda önemli bir görev düşüyor…

Batı'nın rasyonalizmi ile Doğu'nun gizemli duygu dünyası bir noktada buluşuyor

Bach A L’Orientale kaydında, Bach’ın müziğini Doğu ritimleriyle birleştirdiniz, ney gibi mistik bir enstrüman kullandınız. Bu Doğu-Batı sentezi için neden Bach’ı seçtiniz?

Proje tamamen spontane gelişti. Ve Bach’a isabet etti. Sadece bir yerde Doğu ritimlerini dinlerken birdenbire Bach’ın bir eseri ile bire bir ilginç bir şekilde örtüştüğünü gördüm. Birleştirdim. Şaşırdım. Sonra devam ettim. Büyük bir atölye çalışmasına dönüştü o proje. Batı ve Doğu dünyasından önemli müzisyenler çok zevkle projede yer aldı. Hatta orada da inanılmaz kültürel kucaklaşmalar oldu. Mesela Rotterdam’da albüm kaydı için oda orkestrası stüdyoya girdi. İsimlerini yazmaya başladığımızda gördük ki, 12 kişinin hepsi farklı ülkedenmiş! Doğu ve Batı’dan… Veya mesela meşhur Avrupalı soprano Djoke Winkler Prins bu projedeyken ilk kez ney sesini duymuş. O kadar etkilendi ki, albüm ve konser performanslarında sürekli gözleri ıslanıyor, zaman zaman ağlıyordu…

 

Bach ile İbn-i Sina’yı nasıl biraraya getirdiniz?

Bach Batı dünyası tarihinde beni etkileyen bir figürdür, bir müzik devi bana göre… İbn-i Sina ise Doğu dünyasının beni etkileyen bir başka devi… İsmini duyduğumda bile içim titriyor, sanki şahsen tanıyor gibi bir heyecan duyuyorum… Bu iki muhteşem insanı bir müzik köprüsünde buluşturmak istedim. Ayrıca biliyorsunuz, İbn-i Sina batı tıbbının babası unvanını taşıyor: Avicenna (Batı’da İbn-i Sina’ya verilen isim). O da bu anlamda hem Batı hem Doğu için aynı şekilde önemli biri.

 

Bir Batı eserini, Doğu’nun enstrümanlarına, ritimlerine nasıl uyarlıyorsunuz? Nasıl bir çalışma yapıyorsunuz keşif için?

Aslında her ikisini de birbirine uyarlıyorum… Doğu eserleri Batı enstrümanlarına, Batı eserlerini Doğu enstrümanlarına uyarıyorum zaman zaman. Ama bunun nasıl bir çalışma olduğunu tam olarak ben bile anlatamam… Elbette gerektiğinde işin teknik ve araştırma kısmı muhakkak bulunuyor. Ama bu daha çok iç keşif, bilinç ve kalbin birleştiği bir yerden gelen bir silsile… Batı’nın rasyonalizmi ile Doğu’nun gizemli duygu dünyası bir noktada buluşuyor…

 

Her batı eseri doğu enstrümanlarına uyarlanabilir mi?

Evet. Ama tersine her bir Doğu eseri Batı enstrümanlarına her zaman uyarlanamayabilir…

 

Doğu’nun batı enstrümanlarına uyarlanan eserlerinde nasıl bir değişim hissediyorsunuz?

Bazen çok güzel tınılar oluşabiliyor…Taze bir bakış açısı her zaman güzeldir. Maksat orijinalini değiştirmek değil, oraya sadece yeni bir bakış açısını kazandırmak, bu her zaman bir zenginliktir.

 

İnsanlar iç barışa kavuştukları zaman, gönüllerinde barış noktasını bulunca dış dünyadaki savaşlar biter

Doğu’yu ve Batı’yı eskiye göre birbirine daha mı yakın yoksa daha mı uzak görüyorsunuz? Dünyadaki terör ve siyasi konular, kültür ve sanattaki Doğu-Batı sentezini etkiliyor mu?

Global olarak bir şey değişmediğini düşünüyorum, sentezler ve etkileşimler olduğu gibi, çatışmalar da her zaman yaşanmıştı. Şu anda da yaşanıyor. Hangi terim veya sözcük kullanırsak kullanalım o global hareketler için, sonuçta herşey insanlar ile yapılıyor, insandan çıkıyor. Sentezler ve kucaklaşmalar nasıl birer birer insanların uğraşları sonucunda olduysa, aynı şekilde çatışmaların merkezinde de insan var ve insandan çıkıyor. Kulplar değişiyor. Kucaklaşan veya savaşan ise insanlardır. İnsanların nefs alanı var. Ve bilinci hangi nefs bilincine yakınsa, oradan hareket ediyor. O yüzden ben bu tür olaylara hep insan faktörü açısından bakıyorum, diğer etkenlerden ayıklamaya çalışıyorum.

Bir sanatçı olarak dünya üzerindeki savaşlar ve çekişmeler sizi nasıl etkiliyor?

Ben üzülüyorum. Kalbim ağlıyor. Fakat şunu da biliyorum: insanlar iç barışa kavuştukları zaman, gönüllerinde barış noktasını bulunca dış dünyadaki savaşlar biter. Ve bu tüm insanlığa aynı anda olamayacağına göre, savaşlar ve çatışmalar hep olacak maalesef. Çünkü insanların o barış noktasına ulaşma zamanları birbirilerinden farklı oluyor… Ben yine de en azından kendi içimde o barışa yolculuğu yapmaya çalışıyorum. Çünkü sadece ben değişirsem dünya değişmeye başlayacağını biliyorum.

Bu Doğu-Batı sentezlerini hazırlarken ve dinleyicilerinize sunarken yaşadığınız ilginç duygular ya da olaylar oldu mu?         

Batı dünyası ve temsilcileri yıllar önce bu çalışmalarıma şiddetle karşı çıktı. (Türkiye’deki klasik müzik müzisyenlerinin bazıları… Yurt dışında değil, orada tam tersi alkışla karşılandı). Ciddi hakaretlere bile maruz kaldım ve çok da üzülmüştüm bir zamanlar. Sonraki yıllarda ise beni eleştiren bazı müzisyenlerin kendileri bile bu tür çalışmaları yapmaya başladıklarını gördüm… İlk olmanın onuru ve zorluğu…

Gönül alanımız aklın ve duygunun hem birleştiği nokta hem de her ikisinin de çok ötesinde ve derininde bir özel mahal

“Zarafetin olağan olduğu bir dünya” temennileriniz var. Dünyada sanat ve toplum zarafeti unuttu mu?  

Belki de… Bir ihtimal teknoloji ve hız insanların duygu ve davranış inceliklerini kısıtlıyor, duygu dünyası ikinci plana düşünce, ortaya çıkan sonuç zarafete en uzak kalıyor… Ama yine de bu konuda da genelleme uygun olmaz. Her zaman dünyada zarif ve pek zarif olmayan insanlar vardı… Bu yine her bir kişinin farkındalığı ve iç dünyanın durumuna bağlı…

Bir sanatçı olarak akıl, nefs ve gönlün yan yana gelişini nasıl anlatırsınız? Aklı sınırlayan ve gönlü kapatan şey nedir? Akıl ve gönül süzgecinden süzülüp tecrübe kumbaramızda biriken herşeyden gerekli dersi alabiliyor muyuz? Gönül deyince ne anlıyorsunuz?

Öncelikle teşekkür ediyorum, beni sosyal medyada ne kadar dikkatle takip ettiğinizi sorduğunuz sorularınızdan belli… Bu kavramlar bir iki cümle ile konuşulamaz elbet. Ama şöyle denilebilir: Gönül alanımız zaten aklın ve duygunun hem birleştiği nokta hem de her ikisinin de çok ötesinde ve derininde bir özel mahal. Hepimizde var ama onun farkında olmadığımız zaman henüz “oradan” hareket edemiyoruz. Aslında gönül bizim hepimizin hazinesi. Hem kişisel ama aynı zamanda birleşik olduğumuz alan. Akıl ise doğası gereği kısıtlama ve sınırlara ihtiyaç duyar. Ve maksat akıldan kurtulmak değil, asla. Onun özelliklerinden faydalanarak daha geniş alanlara uzanabilmek. Ama bir yer vardır ki, oraya sıradan ve hatta gelişmiş akıl giremez. İşte orada hakiki anlamda gönül mahali başlıyor. Duygu ve aklın birleşip başka bir niteliğe dönüştüğü bir mahal bir anlamda…

 

‘’Zanlarımız bizi öylesine yanıltıyor ki, dostu düşman gösterecek kadar kalın bir perde oluşturuyor. Farkında bile değiliz’’ Ne söylersiniz bunun için, zanlarımız için…  

Zaten hayatımız ta ki hakikate ulaşana kadar zanlar ile dolu. Bilinç derinleşince zan ve perdelerimiz birer birer kalkıyor… Bu bir keşif ve bir seyir. Zor ama güzel…

 

Dini pratiklere dayalı yaşam biçimleri ile varlığın hakikatine dahil arayışların birleşmesini nasıl yorumluyorsunuz

Zaten aslında dinin varlığı hakikat arayışından kaynaklanıyor ve özünde buna yol veriyor. Kişiye bağlı olarak, duyduğu ihtiyacına göre neyi tecrübe etmek istiyorsa o hakikati bulmak için, o dönemde onu seçiyor… Hiçbir “ilahi” kavrama inanmayan insanlar dahil bu yolculukta bulunuyor. Herkes için şekil ve tecrübe değişik oluyor, ama varılacak yer tek…

 

Sanat, insanın kendi özüne olan yolculuğu ve gönül alanı ile doğru orantılı

Sanattaki “insan” odağı ile bugün toplumlardaki “insan” arasında nasıl bir fark görüyorsunuz?

Ben “insan” varlığına bakarım, her zaman ve her olayda. Benim için öyle bir fark yok. İnsan insandır. Ve o faktör her zaman başrolde. Sanat da insandan çıktığı için maneviyat ile doğru orantılı. Tabii maneviyattan bahsederken herkes farklı bir anlam yükleyebilir. Ama ben genel olarak maneviyat denilince insanın kendi özüne olan yolculuğu ve gönül alanını kastediyorum. İnsan ne yaşıyorsa mutlaka doğrudan sanatına yansır. Sanat dalı ne olursa olsun. Çünkü herşey sonuçta fiziki anlamda atom ve titreşimlerden ibarettir. Görünürde bağlantısı olmayan olguların hepsi birbirileri ile atomik bir bağ ile bağlı. Herşey fizik dili ile “birleşik alanda” var oluyor.

İnsan var olduğu sürece sanat da var olacak. Sanat insan için dünyayı tercüme etme sanatı, ifade biçimi ve aynı zamanda değişim/dönüşüm alanıdır.

Eskiden insanlar klasik müzik konserlerine giderken daha özel ve şık giyinirlerdi. Genç nesil sanatçılar ve dinleyiciler, daha rahat imaj ve stili dikkat çekiyor. Bu stilleri bir sanatçı olarak nasıl görüyorsunuz?  

Herşey değişiyor, bu anlamda kıyafet ve stil tercihleri de değişime uğrar. Elbette kaldı ki müzik mekanları ve dinleyicileri yüzyıllardan beri şık idi. Bu biz görsel ve işitsel şölendi, geleneği budur. İnsan ona da özenir, ama rahat bir stil, hatta spor, özenli olduktan sonra bence çok güzel. Her ikisi de aynı zamanda devam eder ve bu güzel. Sonuçta sadece dinleyicilerin stil ve kıyafet tercihleri değişmedi. Klasik müzisyenler de bazı zamanlarda sahneye spor çıkıyor ve ben onlardanım. Hatta öncülerinden diyebilirim…

İnsan klasik müziği dinlemeye hazırsa, şartlar oluşur ve bu müziği keşfeder

Müzik üretici ve yayıncılarının ticari kaygılarını düşününce dünyada ve Türkiye’de dinlenilen müziği nasıl yorumlarsınız?  

Evet, her yerde kolay tüketilen müzik çok daha tercih ediliyor. Döngü de buna göre oluyor. Hem Türkiye’de hem de tüm Dünya’da… O yüzden sıklıkla ciddi ve önemli müzik eserleri ya piyasaya çıkamıyor ya da yeterince tanıtılmıyor. Bunun sebebi, kolay ve hızlı tüketim… Buna yapacak da bir şey yok bence… Herkes bulunduğu yerde inandığı şeyi en iyi şekilde yapmaya devam edecek. Ticari kaygılara kaybedilmiş müzikler çok…

İnsanlar klasik müziği ne zaman sevmeye başlar?

İnsan seyir etmeye, duyguların içinde dolaşmaya, fikirleri keşfetmeyi ve sesleri kulaklar ile değil kalbi ile algılamaya hazırsa, klasik müzik onun için bir hazine olur. Değilse değildir. Sonuçta dünyada sadece klasik müzik yoktur. Ve ben de asla klasik müziğin fanatiği olamam. Zaten insan klasik müziği dinlemeye hazırsa, şartlar oluşur ve bu müziği keşfeder. Bizim müzisyenler olarak tek yapacağımız, müziği elimizden geldiğince güzel sunmak ve kendi egonuzu kenara koyup müziğin kendisi olmaktır…

Çizginiz bundan sonra da Doğu-Batı sentezi ile mi devam edecek? Yeni projeleriniz var mı?  

Benim tek bir çizgim yoktur, çünkü müziğin sınırı yok. Ben sadece içimdeki müziği dinliyor ve buna göre hareket ediyorum… Şu anda çok heyecanlı bir projede çalışmaya başladım, Yavuz Turgul’un Yol Ayrımı filminin müziklerini besteliyorum. Onun dışında Boyut Yayın Grubu ve ONE’S Medya Genel Sanat Yönetmeni Murat Öneş ile yakında prömiyerini gerçekleştirdiğimiz “AKIŞ/Su Bizden Ne Bekler” projesini ve benzerlerini gerçekleştireceğiz. Daha önce de beraber yaptığımız bir proje Cumhurbaşkanlığı Himaye Belgesini aldı. Bu proje de Garip Ay’ın yaptığı değişik tür ebru ve Murat Öneş’in hazırladığı videografi ile benim müziklerim ile canlı performanslar olarak umarım birçok ülkede gerçekleşir.

Share